SIDDIKA TERZİ YAZILARI

Ebeveynlik Stilleri

Ebeveyn; TCK’ya göre çocuğun bakımından, korunmasından; hukuken sorumlu olan kişi/kişilerdir. Anne baba kelimesine karşılık gelir.
Her ebeveyn, kendi ebeveyninden gördükleri, kendine ekledikleri ve çocuğundan öğrendikleriyle kendi ebeveynlik hikayesini yazar.
Çocuğundan öğrendikleri kısmı kimimizin bilerek, kimimizin farkında olmadan yaptığı bir şeydir.

Zeynep Cihangir Çankaya ve Serdar Çankaya tarafından yazılan, Bir Aile Meselesi kitabında; özellikle çocuktan öğrenilen ebeveynlik üzerine, farkındalıklar bulunabilir.
Kitapta; babanın sporcu kızının beslenmesi üzerine kaygısını öfkeli ifade etmesine, çocuk direnir ve ben burayı halledebilirim, der. Çocuk sınırlarını ifade eder ve baba da yaptığının babalık değil müdahale olduğunu anlar.
Bağlanma kuramı öncüsü Jhon Bowlby’ye göre; gelecek neslin ruh sağlığında, ebeveynlik stilleri ve başarılı ebeveyn kilit noktalardan biridir. Başarılı ebeveyn, sorumluğunu, sevgiyle yerine getiren ebeveyndir.
Başarılı ebeveyn sosyal medyada gözüken helikopter ebeveyn değildir. Helikopter ebeveyne girmişken ebeveyn türlerini de yazalım.
Diana Baumrind; 1966 ve 1973 yılları arasında, okul öncesi çağdaki çocukları evde gözlemlemiş ve 3 tür ebeveynlik olduğunu fark etmiştir. Bunlar; demokratik ebeveynlik, otoriter ebeveynlik, izin verici ebeveynlik şeklindedir.
1983 yılında, Eleanor Maccoby ve John Martin adlı araştırmacılar, Baumrind’den farklı olarak ebeveynliği, ebeveynin çocuğu kabulü (duyarlığı) ve çocuğa yönelik talepkarlığı boyutları açısından incelediler ve buna dayanarak Baumrind’in tipolojisindeki “izin verici ebeveynlik tutumu”nu ikiye ayırdılar. Böylece Baumrind’in ebeveynlik stillerini, dört ebeveynlik tarzı içerecek şekilde geliştirdiler: “otoriter”, “demokratik”, “izin verici-hoşgörülü”, “izin verici-ihmalkâr”. Ebeveyn tutumlarıyla ilgili Türkiye’de yapılan araştırmalar çoğunlukla Maccoby ve Martin’in (1983) sınıflamasını kullanmaktadır.
Demokratik ebeveynlik bizlerin çocukluğumuzda izlediğimiz yabancı filmlerdeki ebeveynliktir. Kurallar sadedir ve nettir, anne baba nettir, çocuğa diretilmez, çocuk diretmez. Çocuğa uyu derler, çocuk gider ve uyur. Demokratik ebeveyn kuralları, çocuğu sıkan kurallar değil, çocuğu bağımsız hale getiren kurallardır. Ebeveynin amacı; çocuk yetişkin olduğunda, kendisine yetebilmesini sağlamaktır.
Otoriter ebeveynlik; bizde, 2000’ler öncesi anne babaların uyguladıkları ebeveynliktir. Ebeveynin amacı çocuğu otoriteye itaat edebilen, yetişkin yapmaktır.
İzin verici ihmalkâr ebeveynlik, çocuklara karşı sıcak davranan, sınır koymakta yetersiz kalan, çocuğun tüm taleplerini yerine getiren, kısa vadede çocuğun sevdiği, uzun vadede çocuğa yetmeyen ebeveynliktir.
İzin verici hoşgörülü ebeveynlik, çocuklara yüksek düzeyde ilgi gösteren ve çocuklara yönelik talepleri düşük olan, onların davranışlarına sınırlama koymayan ebeveynliktir. Çocukların kendi davranışlarını düzenlemelerine ve kendi kararlarını vermelerine izin veren, saldırganlık gibi olumsuz hareketlerini kabullenen, çok az kural koyan ve çocuklarından görevleri yerine getirme konusunda az talepte bulunan ebeveynlerdir.
Son yıllarda, biraz da sosyal medya sayesinde bunlara, başlarda bahsettiğimiz helikopter ebeveynlik girdi. Helikopter ebeveynlik; çocuğu kendisinin bir parçası olarak gören, ondan ayrışmamış ebeveyndir. Çocuktan bahsederken kurdukları cümleler hep biz ile başlar. Biz ödevimizi yaptık, biz yemeğimizi yedik vb.
Ebeveyn türlerini bilmek, ebeveynlere zaman zaman farklı şekilde hareket edebilme esnekliği sağlar.
Mesela bazen çocuklar sadece anlatmak isterler, ardından bizden bir talepleri yoktur. O esnada izin verici ihmalkâr ebeveyn gibi dinleyerek onları rahatlatabiliriz. Aynı çocuk bazen yapması gereken şeyi yapmıyordur ve ona net şekilde sorumluğu hatırlatılmalıdır. Çocuğa uyuması ya da sabah okula gideceği saate göre kalkması vb. demokrat ebeveyn gibi söylenebilir. Aynı çocuk kardeşine vurduğunda ya da bir başkasına zarar verdiğinde otoriter bir şekilde böyle davranmaya hakkı olmadığı söylenebilir. Çocuk bazen daha önce denemediği bir şeyi denemek ister. Ebeveynine danışır, ebeveyn çocuğun tecrübe edinmesi için girişimci olabilmesi için vb. izin verici hoşgörülü ebeveyn gibi çocuğun deneyip görmesine izin verir. Helikopter ebeveynlik ise özellikle küçük çocukları, tehlikeli durumlarda korumak için işe yarayabilir. Sobaya dokunmasına, elektrik prizini kurcalamasına engel olmak gibi.
Her çocuk kendi fıtratı yani mizacı ile dünyaya gelir, ona çevre etki eder, bu şekilde şekillenir karakteri oluşur. Çocuğa ilk etki eden çevre ailesidir, ailesinde ilk etki edenlerde ebeveynleridir. Her çocuğun içinde ihtiyaç duyduğu donanımlar vardır. Vakti geldiğinde o donanımı devreye girer. Ebeveynin görevi, çocuğun yaşına göre olan donanımları devreye girene kadar, çocuğa destek olmaktır. Biz ne kadar uğraşsak da 5 aylık çocuğu yürütemeyiz, sorumlu ebeveyn olmak, en iyi imkanları sağlamak onu bedensel gelişimin önüne çekmez, yürüme örneğini, çocuğun yetişkin olmasına kadar geçen tüm süreçler için düşünebiliriz.
Ebeveyn olmak bize, çocuğu ona ait olmayan bir hıza getirme hakkını da vermez, onun hızına müdahale etmemeliyiz. Bizler çocuklarımızın sevgi dolu rehberleri olmalıyız.
Ebeveyn olmak, sürekli çocuğun iyiliğini düşünmekte değildir; çocuğun kendine yeten, toplumla uzlaşı halinde, yaşamda kendine yer bulan, mutlu bir birey olabilmesi için iyi niyetli bir şekilde, ona destek olmaya çalışmaktır. Ebeveyn olmak Halil Cibran’ın meşhur şiirinde ki gibidir.

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil; onlar yaşamın kendi özleminin oğulları ve kızlarıdır. Sizden geçerek gelirler, ama sizden doğmazlar.
Ve sizinle olsalar da size ait değillerdir.
Onlara ev verebilirsiniz ama ruhlarını barındıramazsınız.
Çünkü onların ruhları, Yaratan’ın evinde saklıdır.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, ama düşüncelerinizi değil. Çünkü onlarında kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini barındırabilirsiniz ama ruhlarını değil; çünkü ruhları, sizin düşlerinizin bile ulaşamayacağı, yarının evinde yaşar.
Onlara benzemeye çalışabilirsiniz ama onları kendinize benzetmeye kalkmayın; çünkü yaşam geriye dönmez ve dünle oynanmaz.
Siz, gerilen bir yay gibisiniz, çocuklarınız ise sizden fırlatılan, canlı oklar.
Okçu sonsuzluk yolundaki hedefi görür ve kudretiyle yayı eğerek, oklarını uzağa hızla gönderir.
Okçunun önünde eğilmek sevinç olsun size; çünkü o, uçan oku sevdiği kadar, sabit duran yayı da sever.

14 kasım dünya sosyologlar Günü

Bugün Dünya Sosyologlar Günü. 14 Kasım 1901’de Sorbonne Üniversitesi’nde Sosyoloji Fakültesi’nin temelini oluşturan Rus Okulu açıldı.
Sosyoloji kelimesini ilk defa 1839’da Auguste Comte kullandı. Sonrasında onu E. Durkheim takip etti. Yaptığı çalışmalar ile sosyolojinin gerçekten kurulmasını sağladı.
Sosyoloji; toplumsal sorunların çözümüne, sosyal, siyasal ve kültürel politikaların üretimine bilimsel katkı sunan, gelecekteki toplumsal yaşamı öngörmeye çalışan bir bilim dalıdır.
Benim sosyoloji ile tanışmam, yeni tanıdığım bir arkadaş sayesinde oldu. 2010’lu yıllardı, o zamanlar bana içinde olmam, katkı sağlamam gerektiği hissini veren bir siyasi parti teşkilatında tanıştığım, sonraki yıllarda en iyi bir kaç arkadaşımdan biri olacak olan biri bana ikinci üniversite olarak AÜ Sosyoloji okuyorum dedi.
İkinci üniversite olayı ilgimi çekti ama zamanım yoktu ve onu zihnimde ilerde bana lazım olacaklar bölümüne koydum. 2017 Yılında kendimle ilgili ne yapabilirim dediğim bir anda, psikoloğumun, belki de yeniden birşeyler okumalısın dediği anda AÜ Sosyoloji’ye kayıt yaptırdım.
Sosyoloji bana Aile Danışmanlığı kapılarını açtı. İçimde, duy beni diye bağıran şifacılığım aile Danışmanlığı yetkinliği ile legal bir hal alabildi.Neler neler yapabilecektim.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na göre aile danışmanının vereceği hizmetler:
1- Aile içi iletişim becerilerini kazandırmak,
2- Çatışma çözme ve aile içi destek, psikiyatrik rahatsızlığı olduğu düşünülen bireylerin sağlık tedavilerinin yaptırılması için sağlık kuruluşlarına yönlendirmek,
3- Aile içi iletişim sorunları nedeniyle boşanma noktasına gelen ailelerin sistemlerinin yeniden yapılandırılması sürecinde aynı zamanda çocuklarıyla ilgili yaşadıkları sorunların çözümü yönünde danışmanlık yapmak,
4- Mahkeme yoluyla gönderilen ailelere yönelik öfke kontrolü ve danışmanlık hizmeti yapmak,
5- Boşanma sonrası tek ebeveynlerin yaşadığı sorunlar ve çocuklarla ilişkilerinin düzenlenmesi konusunda danışmanlık yapmak.
Aile Danışmanlığı tanımında benim ilgimi en çok çeken, beni en çok gıdıklayan alan iletişim ve iletişim becerisi. Bizler en çok ihtiyaç duyduğumuz, kaliteli iyi gelen iletişimle sınanıyoruz ve aslında kendimizi rahat ifade edebildiğimiz kadar ve karşımızdaki kişinin bizden beklediği şeyi neden beklediğini sorabilecek kadar, iletişimimizi düzenlesek bile baya yol alacağız.
İletişim becerimiz; dünyaya gelirken bizimle beraber dünyaya gelen mizacımız ve bizim ve çevrenin üzerine koyduklarıyla oluşan karakterimiz sayesinde kendimizi ifade etmemiz ve çevremizdekilerle kurduğumuz iletişimlerde ortaya çıkar ve geliştirilebilir.
Tam burada biz aile danışmanları devreye giriyoruz, iletişim becerinizle ilgili düşünün ve destek ya da danışmanlık almak istediğinizde bizimle iletişim kurun.
Yurdumun ve dünyanın, Sosyologlar günümüz kutlu olsun. Beraber güzel işler yapalım inşallah.

Longevity ve Aile Danışmanlığı Üzerine

Son bir kaç yıldır, özellikle sosyal medyada 40 yaş üstünü ilgilendiren paylaşımlarda denk geldiğim bir tabir var. Bu tabirin adı, longevity; sağlıklı yaş almak anlamına gelen, yaşam süresini hastalıklardan uzak ve enerjik geçirmeyi hedefleyen bütüncül ve kişiselleştirilmiş bir tıp yaklaşımıdı.
Bizler; zihin, duygu ve bedenden müteşekkiliz. Aile danışmanlığı kısmı biraz zihin biraz duygu kısmı, orayı yönetebildiğimizde geriye bedeni yönetmesi kalıyor. Aslında oraları yönetebilen bedeni de yönetebiliyor. Sadece kendimize kendimizin şifacısıymışız gibi inanmamız gerekiyor.
Geçenlerde konuyla ilgili bir videoya denk geldim. Malum olduğunuz üzere ben 50 yaşını görmüş biriyim. Ailemden bana geçen genler ve yaşam alışkanlıkları sayesinde güzel yaşlandığımı fark ettim. Her sabaha bu nimeti bana veren rabbime şükrederek başlıyorum.
İzlediğim videoda 50-65 yaş aralığının kronik hastalığı olmayan her insan için değerlendirilmesi gereken altın yıllar olduğunu söylüyordu. Tam olarak 15 yıldan bahsediyorum. 15 yıl az bir zaman değil.
Yazının burası aslında benim yaş gurubunu ilgilendiriyor. Gerçi ,gençlerde bu yaş gurubu için bir aday. Pek ala onlarda okuyup almaya ihtiyaç duydukları şeyi alabilir. Aile danışmanlığı ve longevity ne alaka diyenleri duymadığımı farz ediyorum. Aile danışmanlığı bireyin kendine ve çevresine iyi geldiği her alanda vardır. Uzmanlık alanımızı; dersler, beslenmeler, kurallar, ilişkiler, yas ve travmalar vb. sıkıntılar, rutinler diye düşünmeyin.
Gelelim longevityye; bizler bir süredir, sağlıklı yaşam adına terörize oluyoruz. Birileri domatesin organiğini arayın diyor, diğeri sadece mevsiminde yiyin diyor, birileri güneş kremi sürün diyor, öteki sürmeyin diyor, birisi güneş gözlüğü takın diyor, diğeri takmayın diyor, glutene düşman olanlar, gluten tüketenleri ötekileştiriyor, sporu canı çıkana kadar yapanlar, burun ameliyatı yaptıranlar, saç ektirenler pansumanlı şekilde aramızdan geçiyor. Aslında her birimiz bütçemiz ve bilincimiz kadar longevitiyin içindeyiz. sağlıklı ve güzel yaşamak hatta uzun yıllar bu şekilde devam etmek istiyoruz bazıları bunun adını biliyor bazıları bilmiyor. bunu yaparken de ne yazık ki takıntı noktasına kadar getirip kendimizi mutsuz, çirkin ve sağlıksız hissedebiliyoruz. Dünyadan kopup kendimizi yapayalnız hissediyoruz, umudumuz kalmıyor, yaşam sevincimiz azalıyor. Tam olarak dibe iniyoruz.
Ben sağlıklı, güzel ve enerjik yaş alma noktasında önce elimizdekileri kabule sonra da sezgilerimize inanmayı devreye sokmaktan bahsetmek istiyorum. Benim longevity yaklaşımım o yönde çünkü.
Kendimize kızdığımız, canımızı sıkan, bizi mutsuz eden, kendimizi beğenmediğimiz, çirkin bulduğumuz, zayıf bulduğumuz, bizi düşüren vb. ne varsa önce onu bi kabul edelim. Vücudumüz onun üzerinden bize bir şey demeye çalışıyor. Bu konu ile ilgili Gabor Mate’nin “ Vücudumüz Hayır Diyorsa “ kitabını okumanızı tavsiye ederim. Yakınlarda o kitap için bir reels hazırlamayı planlıyorum. Bu bilgiyi de verip devam edeyim.

Kabul ile bedenimize ve ruhumuza direnmeyip onun dediği şeyi duyabiliriz. Bedenimiz bizim için iyi olan şeyleri ister, kötü olan şeyleri de istemez. Rabbimiz bizi sandığımızdan çok daha fazla donanımla yarattı. O donanımlara direnmek bize sadece zaman kaybı sağlar. Önce kabul edeceğiz sonra da düşüneceğiz, niye bu bana oldu diye. Sezgilerimizle kendimizi yoklayacağız ve analiz sentez ile kendimizi tanıyacağız.
İnsanın kendini tanımaya çalışması, aslında ona en çok getiriyi hatta longevityi sağlayan bir eylem. Sırf kendimizi tanımaya çalışarak bile kendi longevitimizi oluşturabiliriz.
Elbette sağlık sorunları olanlardan bahsetmiyorum. Tansiyon, kalp, şeker vb kronik rahatsızlıklar için doktorlunuzla iletişimi koparmayınız. O alanlarda kendinizi doktorunuza teslim ediniz. Kalan alanlarda da kendinizi kendinize teslim ediniz.
Dinimiz tevekkülden bahseder, ne kadar kıymetlidir tevekkül. Tevekkül aslında kendini ana bırakmak demek. Moda tabir yok mu, o işte!
Tevekkül aslında insanın kendini tanıma anı. Elden gelen hazırlıkları yapıp sakince durumu yaşayıp donanımlar sayesinde durumun içinden az bir zaiyatla geçebilmek. Bunu her zaman başaramayabilirz de orada kendimize şefkat gösterebiliriz. Başaran da biziz başaramayan da.
Longevityi biraz da burdan okuyalım diyorum, sağlıklı yaş almak, hastalıklardan uzak kalmayı başarabilmek ve yaşam enerjimizi kaybetmemek. Bazen zor gelebilir bazen gelmez, zor gelmediği durumda kendimizi kutlamak zor geldiği durumda kendimize şefkat göstermek.
Eve aldığımız yağa özendiğimiz gibi kışa hazırladığımız domateslere özendiğimiz gibi, okuduğumuz kitaplara özendiğimiz gibi, izlediğimiz yayınlara özendiğimiz gibi aynada gördüğümüz kendimize de özenelim ki uzun ve sağlıklı bir yaşamımız olsun ve bundan da hemen bizden sonra en çok sevdiklerimiz nasiplensin. Bence mümkün, ne dersiniz?

Ailede Sosyal Beceri Eğitimi

Beş sene önce, aile danışmanlığını ilk ilgi duyduğumda konu ile alakalı ne okuyabilirim diye düşündüm ve şahane bir başlangıç kitabı aldım. Prof. Bu kitap, Dr. Hakan Türkçapar’ın yazmış olduğu, Bilişsel Davranışçı Terapi Temel İlkeler ve Uygulama kitabıydı. Kitabımı, şu ara gene okuyorum.

Kitabı ikinci kez okurken, sosyal beceriler paragrafı çok ilgimi çekti. Aslında kitapta ilgi çeken, üzerinde konuşulması gereken çok konu var ama ben iletişimle ve aileyle ilgili olduğu için sosyal beceriler üzerine bir şeyler yazmak isterim. Tanımlarla başlayayım.

Sosyal beceri; bireyin içinde bulunduğu çevreyle ilişki kurmasını, uyum sağlamasını, başkalarına duyarlı olarak kendini ifade etmesini ve karşılaştığı sorunlarla başa çıkmasını da içeren öğrenilmiş davranışlardır.

Sosyal becerideki beceri kelimesinin anlamını da yazmak isterim. Beceri; kişinin yatkınlık ve öğrenimine bağlı olarak bir işi başarma, bir işlemi gereğine uygun olarak gerektiği gibi sonuçlandırma yeteneğidir.

Sosyal beceriler; atılganlık, girişkenlik, insanlara karşı sıcak davranma, empati, gündelik konuşma, insanlarla diyalog yürütme becerisi, iyi dinleme becerisi, kendini açık biçimde ifade edebilme, rahatsız olduğu konuları uygun biçimde ben diliyle dile getirme, olanı biteni iyi algılama vb. becerilerdir.

Aile, çocuğun içine doğduğu ilk sosyal ortamdır, haliyle aile bireyin etkilendiği ilk çevredir diyebiliriz. Çocuk, bir çok beceriyi görerek ya da görmeyerek ailesinden öğrenir. Sosyal beceriler de bu öğrenmelerin başını çeker.

Öğrenmiş olduğu sosyal beceriler sayesinde her çocuk, topluma daha kolay uyum sağlar. Toplumla çatışma yerine, topluma rağmen ya da toplumla beraber kendi olabilir. Böylece, içine doğduğu toplumu da içine doğduğu ailesi gibi görür.

Sosyal becerileri iyi olan bireyler, toplumla arası iyi olduğu için potansiyelini kolaylıkla açığa çıkarır.

Burada aileye düşen görevler var. Aileye düşen görevleri, Maslow’un ihtiyaçlar piramidine göre anlatmak isterim. Maslow 1940’lı yıllarda tüm insanlar için ortak olan ihtiyaçlarla ilgili bir piramitten bahsetti. Piramiti beşe böldü ve bir alt basamak tamamlanmadan bir üst basamağa geçilemeyeceğini söyledi. 

Piramitte de görüldüğü üzere, çocuk büyüdükçe  ailesiyle ve diğer çevrelerle olan etkileşimleri sayesinde geliştirdiği sosyal becerilerle saygınlık kazanır yetişkin olduğunda nihai hedefi olan kendini gerçekleştirmeye geçebilir.

Sosyal becerileri sayesinde iletişimi kaliteli olur, olaylara kötü şekilde bakmaz, hem kendini rahatlıkla ifade edip hemde başkalarını anlar ve zarar görmemeyi zarar vermemeyi becerir. 

Ben bir insanı iyi yapan ya da kötü yapan şeyin, bile isteye bir başkasına zarar vermek olduğunu düşünüyorum. Bu da ancak sosyal becerileri gelişmemiş insanların topluma uyum sağlayamayan insanların sahip olabileceği bir durum.

Ezcümle sosyal beceri, bireyi hem kendini gerçekleştirmeye götürebilen hem de eksikliğinde bireyi topluma zararlı hale getirebilme potansiyelini içinde barındıran bir beceri. Haliyle çok önemli bir beceri. Yazıyı okurken hangi sosyal becerinde iyi olduğunu, hangisini geliştirmen gerektiğini düşünmeni istiyorum. Bunu yaştan bağımsız rica ediyorum. İnsan yaşadığı müddetçe kendini gerçekleştirebilecek bir canlı. Yok öyle bizden geçtiler. Önce büyükleri yazdım çünkü hayat, her zaman uçaklarda olduğu gibidir. Önce kendimizi kurtaracağız, sonra çoluk çocuğumuzu kurtaracağız. Sosyal beceri fizyolojik bir ihtiyaç olmadığı için çocuk bizi bekleyebilir, endişe etmeyin, rahatlıkla kendimizde eksik olan sosyal becerileri nasıl yerine koyabileceğimizi düşünüp onu istediğimiz seviyeye getirir getirmez de çocuğumuzunki için ne yapabiliriz diye düşünebiliriz.

Şunu da eklemek isterim, her sosyal beceride en iyi olmamız ütopik bir durum. Yani yok öyle, her birinde en iyi olduğumuz bir dünya, ama şu olabilir. Mesela; iyi dinleme becerimiz çok iyi ama insanlarla diyalog yürütme becerimiz yer ile yeksan. E ne oldu, biz herkesi dinledik ama dinlediğimiz onca şeyi paylaşamıyoruz ya da ne bileyim hal hatır sormadan öteye geçemiyoruz. Bir türlü aktif olamıyoruz, içimiz kıpır kıpır, içimizde planlar programlar ama bundan kimsenin haberi yok. Sonrasında aktif olamadığımız için kendimize güvenemiyoruz ve gene planlar programlar tozlu raflara kalkıyor.

Bugün önce kendine sonra ailene bir iyilik yapmak için sosyal becerilerin ne alemde, Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde nerdesin, bi bakar mısın? Bak bakalım seni zorlayan eksik sosyal becerilerini, kendi kendine geliştirebiliyor musun, geliştiremediğin durumlar için neler yapmalısın, bunları muhakkak düşün. Kendinden sonra da sıra ailene gelsin, bana geri bildirim verirsen, şahane olur. Sağlıcakla kal.

kardeşlik ve bize Öğrettikleri

Kardeşlik, dünyanın ilk insandan hemen sonra ortaya çıkan kavramı. Ortaya çıktığı andan itibaren hem güzelliği hem paylaşımı hemde öfkeyi hem de kıskançlığı da yanında getirdi.

Eskiler, kardeş kardeşin olduğunu da öldüğünü de istemez derler. Bu lafı ilk duyduğumda çok şaşırmıştım. 4 çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuyum, acaba bende mi diye düşündüm. Sonra sözdeki iki ayrı ucu düşününce içinde barındırdığı kayırma duygusunu ve kıskanma duygusunu düşündüm ve olabilir dedim.

Kardeş türkçe bir kelime, karındaş kelimesinden gelme, aynı karından doğan insanlar demek. Gerçi burada babaları aynı olup anaları farklı olanları nereye koymuşlar merak etmedim değil. İngilizce kardeş; sibling demek, küçük akraba anlamına geliyor. Arapça’da ve Çince’de cinsiyetsiz bir kardeş kelimesi yok. Japonca’da, Almanca’da ve Macarca’da mevcut ama ilginç olarak, Fransızca’da mevcut değil. Bence burda etken ülkelerin kültürel yapıları. Kardeşi tehdit olarak gören milletler kardeşe cinsiyetçi kelimeler vermişler, diğerleri vermemiş gibi. Aslında güzel bir araştırma konusu.

Kendi çocukluğumdan bir anı ile kardeşlik mevzusuna girmek isterim. Dayıma gitmiştik, dayımın bir kızı, iki oğlu vardı. Salonlarında, eski usul öne doğru çekince yatak olan kanepeler vardı. Arkası kitaplık, büfe gibi olan. O büfede, dayımın kızının tokası duruyordu. Tokaya bi baktım, orda öylece duruyor, kimse tokayı; güzel toka ben bunu çekmeceme atayım, diye alıp gitmemiş. Biz 3 kız, 1 erkek kardeşiz. Özellikle küçüklüğümüzde, ortada bırakılan güzel şeyler fazla ortada kalmazdı. Ya kasten ya da aldırmamak adına ortada kalan şeyler, ortadan kaybolurdu. Sonra da ara ki bulasın. Herkes sahip olduğu şeyi çok iyi korumak zorundaydı. Malına sahip çıkmayanın malı olamazdı. Kardeşlik demek, kollektif yaşamda kendine ve eşyalarına sahip çıkmak demekti. 

Kendi çocuklarımda da yakın şeyler oldu. 2 erkek 1 kız çocuğu annesiyim. Biz birine bir şey alırken, mümkün mertebe ötekilere de ona benzer bir şey alırdık. Benzer almadığımız durumda, muhakkak biri diğerlerinden daha kıymetli olurdu ve bu bize; bir mutlu 2 mutsuz çocuk olarak dönerdi.

2000’lerde CB kardeşliği özendirmek için 3 çocuk iyidir minvalinde söylemlerde bulundu. İtiraf edeyim bende bundan etkilendim. 2 erkek çocuğum vardı, görüştüğüm çoğu arkadaşım 3 çocuk yapmaya başlamıştı. Çalışmıyordum ve niye olmasın dedim. Sonrasında kızım doğdu. Kızım doğduktan sonra kardeş olayının hem çocuklara hem anne babaya olan etkilerini gözlemleme fırsatım oldu.

Bir araştırmaya göre kardeşlerin doğum sırası, onlardaki özgüvende etkiliymiş. İlk çocuk en özgüvenli ama aynı zamanda en ezilen anne babanın anne babalığı öğrendiği çocuk olurmuş. Bende yüzde yüz sağladı ve benim büyük oğlumda da yüzde yüz sağladı. İkinci çocuk ile ilgili söylenenler biraz arabesk, ben ikinci çocukla ilgili aynı arabeski yapmayayım. Üçüncü çocuk ise Alah’a emanet bir çocuk. Ne o dünyaya aldırıyor ne de dünya ona. Şımarık da denebilir. Gerçi bence, ondaki şımarıklık birazda kendinin ürettiği sanal bir şımarıklık. Ortalığın insan dolu olduğu bir evde, şımarsa ne şımarmasa ne?

Büyük oğlum doğduğunda, dünyanın en bilgili annesi olacağım diye ne bulduysam okudum. Serde öğretmenlik eğitimi de var, gelişim psikolojisi, öğretim psikolojisi hak getire. Bebe sporuna kadar her şeyi yaptım. İkincisinde bi baktım, abisi eve gelen kardeşe bayıldı. Aynı cins iki çocuk, anne için mis gibi bir şey. Küçük 6 aylık olduktan sonra, büyüğün en iyi arkadaşı oldu. Benim büyük iğneden hiç hoşlanmazdı, bir keresinde kardeşi ile onu iğne olmaya götürdük. Büyük mızmızlandığı için önce küçük olsun dedik. Küçük kolunun uzattı ve soğukkanlı bir şekilde iğnesini oldu. Büyük onu görünce o da aynı soğukkanlılık ile iğnesini oldu. İğne sorunu çözülmüş oldu.

Yemek yerken büyük küçüğe öğretti, üçüncü doğunca, ikisi küçüğe yemek yeyi öğrettiler. Evde sosyal öğrenme ortamı oluştu, haliyle annelik işi tam olarak annelik işi oldu. Oyun arkadaşlığı, beceri edindirme, çocuğa parklarda arkadaş arama gereksinimleri ortadan kalktı. Yemek yapma, ortalığı temizleme vb temel annelik işleri ile gün kurtarılmış oldu.

Şu an hepsi benim tabirimle, koca birer dana oldu, birbirlerinin olduğunu da öldüğünü de istemiyorlar. Kimse öteki ile vıcık vıcık değil, ortak yaptıkları fazla bir şey yok, herbirinin ayrı bir arkadaş çevresi ve ayrı hobileri var. 

Üniversitede iken bir arkadaşım abisi için, onunla hiç geçinemem ama yolda biri ile kavga ettiğini görsem, hiç sorgulamadan abimin kavga ettiği adamı bende döverim dedi. Erkek kardeşliği de böyle bir şey herhalde.

Bendeki duruma geleyim. En büyük olduğum için çoğu zaman annemin yedeği oldum. Yaşıma bakılmaksızın yapmam gereken her şeyi yapmam beklendi. Her şeyi yaptığım için onları zorbalamış olabilirim ama yani bende küçük bir çocuktum kimse benden hem bakım hem de şefkat beklemeli diye düşünmüş olabilirim.

Kardeşlerim çoğu zaman en iyi arkadaşım oldular, çoğu zamandan kalan zamanlar hakkında yazmayayım diyorum.

Bizler küçükken yer yer çok iyi geçinen, yer yerde kafa göz kıran çocuklardık. Gerçek bir çocukluk yaşadım diyebilirim. Bazen çok pis kavga edip hemen yarım saat sonra can ciğer kuzu sarması olurduk. Aslında bu bir tür kriz yönetimi, bence biz burada; kendi menfaatimiz için kavga etmeyi, sesimizi çıkarmayı, sıcak bir ortam bulunca da ortama dahil olmayı öğrendik. Bir nevi hayatta kalıp mümkün olduğunda da ondan keyif alabilmeyi öğrendik.

Kardeşlik topluma uyum sağlamayı, toplumda bireysel haklarını koruyabilmeyi, anne baba gibi yetki sahibi insanların kasten ya da bilmeden yaptığı kayırmalara alışmayı, tahammül edilemeyenlere ses çıkarmayı sosyal şekilde öğreten bir durumdur.

Kardeşlik aynı zamanda anne babaya da öğretir. Anne baba da adil olmayı, farklı karakterlere sahip çocukları bir arada yaşatabilmeyi öğretir. Çoğu zaman da kardeş kavgalarına karışmamayı öğretir. Çünkü kardeşlik diğer öğrenimlerden farklı bir şekilde öğretir. Birey burada mecburen bir şey öğrenmek durumunda kalır. Kardeşler arasında yaşanan çatışmaları bu şekil okunmalarını salık veriyorum, sakin olur bunları hepimiz yaşadık.

Başkalarının İyi olduğunu düşünerek Mutlu olabilmek

Mutluluk; bütün özlemlere, bütün isteklere eksiksiz bir biçimde ve sürekli olarak erişilmekten duyulan kıvanç anlamına gelir. İçinde sebebi olan, süreci olan ve sonucu olan bir haldir mutluluk.

Türkiye’de 2004- 2022 yılları 344 bin kişi arasında yapılan bir yaşam anketinde kadın ve erkekler arasında mutlu olabilme açısından belirgin farklar olduğu görüldü. Kadınların mutluluğu belirgin bir farkla erkeklerden daha yüksek. Cinsiyetler arasındaki mutluluk farkı incelendiğinde erkeklerin; başarı iş ve paraya kadınlardan daha fazla değer verdiği kadınların ise sağlık ve sevgiye daha fazla önem verdiği görüldü. Yani biz kadınlar; yaşıyoruz, nefes alıyoruz, elimiz ayağımız tutuyor, sevdiceklerimiz var, mutlu olabiliriz diyoruz.

(Araştırmanın linki: https://dergipark.org.tr/tr/pub/iujws/issue/89873/1469426 )

Kadınlar ve erkeklerin mutlu olabilme açısından farkını gösterdim çünkü bende kendi çevremde bunun böyle olduğunu gözlemledim. Biraz daha bilimsel olsun istedim. Aslında ben istatistik okudum, kendi gözlemlerime inanırım ama gözlemlerim benim örneklemim ve benim örneklemimin ülkeye genellenebilip genellenemediğini merak ettim, haklıydım. Biz kadınlar allem ediyoruz, kallem ediyoruz, kendimizi mutlu edebiliyoruz.

Dünya çapında yapılan ve çok uzun yıllar süren bir başka mutluluk araştırmasından bahsetmek istiyorum.

Harvard Yetişkin Çalışması’nda, 80 yıl boyunca erkeklere bakılmış. Niye sadece erkeklere bakılmış onu merak ettim ama neyse, nasıl olsa biz kadınlar, bi şekil mutlu olabiliyoruz, vahim durumda olanlar beyler, ondandır belki.

Uzun yıllar süren çalışmadan, mutlu olan erkekleri, (belirtmek zorundayım, çünkü araştırma onlarla yapılmış.) hayatları boyunca mutlu eden şeyin; para ve şöhretten çok yakın ilişkiler olduğunu ortaya çıkardı. 

Yakın ilişkilerde kurulan bağların, hayatın getirdiği hoşnutsuzluklardan koruduğu, zihinsen ve fiziksel gerilemeyi geciktirdiği görüldü. 

Yani ilkokul arkadaşınla hala iletişim halindeysen, doğduğun mahalleden insanlarla selamı sabahı kesmediysen, kendini tebrik et, iyi bir şey yapmışsın ve bu iyi şey hem onu hem seni mutlu ediyor. 

(Araştırmanın linki: https://news.harvard.edu/gazette/story/2017/04/over-nearly-80-years-harvard-study-has-been-showing-how-to-live-a-healthy-and-happy-life/ )

Mutlulukla ilgili 2025 yılında sunulan bir rapordan bir bahsetmek istiyorum. 20 Mart Dünya Mutluluk Günü’nde açıklanan mutluluk raporunda, en mutlu insanların, başkalarının iyiliğinden emin insanlar olduğu görüldü. 

Bu ne demek; başkalarını iyi gören, başkalarından zarar görmeyeceğini düşünen insanlar, en mutlu insanlar.

(Raporun linki https://www.ox.ac.uk/news/2025-03-20-world-happiness-report-2025-shows-people-are-much-kinder-we-expect )

Geçen gün oğlumla, başkalarının kötü olmalarını düşünmek yerine, onlarında bizim gibi iyi insanlar olduğunu düşünme üzerine bir konuşma yaptık. 

Çağın icadı internet, bizim onunla yetinmemiz için bize dünyanın ve diğer insanların kötü olduğu algısını yaratıyor. George Gerbner tarafından gelişitirlen, “Mean Word Syndrome” yoğun medya maruziyetinde bundan bahsediyor. Medyanın amacı bireyi burda daha fazla tutmak ve onu daha fazla meşgul etmek. Bunu dışardaki dünyanın kötü olduğunu, bireye düşündürerek yapıyor. böylece onu sosyal bağlarından koparıp karşısında tutabiliyor. Günümüz sosyal medyası ve önümüze düşen kötü haberlerin amacı diğerlerinin kötü olduğunu hissettirip kişiyi yalnızlaştırmak. Bu oyuna gelmeyelim derim.

Bizim eskilerin bir lafı vardır, kişiyi nasıl bilirsin, kendin gibi derler. Kimsenin kendini kötü gördüğünü sanmıyorum. Kimsenin kendini kötü görmediği bir alemde başkasını kötü görmek nedir, insana gülerler, babannem öyle derdi, böylesi durumlar için.

Kendimizi kimseye güldürmemek için başkalarını kötü görmekten vazgeçmemiz lazım. Gidin ilk tanıştığınız insana şifrelerinizi verin demiyorum, diyorum ki başkalarının iyi olduğunu varsayın ve ilişkiyi, o minvalde ilerletin.

İoanna Kuçuradi; güven önce güvenmeyle başlar der. Birine güvenmek için önce ona güvenmeye niyet etmelisiniz, sonra ondan bir eylem beklemelisiniz. Dikkatinizi çekerim, güven duyan, mutlu oluyor.

E o zaman; insanın her geçen değişmek zorunda kaldığı her değişimle yeni gelişimlerin geldiğini düşünürsek mutlu olabilme konusunda da gelişebiliriz diyorum.

Cinsiyete göre sosyal konuma göre statüye göre olan biteni gösterdim, bundan sonrası sizde. Sosyal ilişkiler için iletişim beceriniz üzerine düşünmenizi salık veriyorum. 

Sosyal ilişkileri geliştirmek için neler yapılabilir diye düşünün. Bazen ilk adımı atın, gerekirse eskiden dilenmesi gereken özürü şimdi dileyin ya da yeni ortamlara girin, yeni insanlara bakın.

İnsan insana ilaçtır diyerekten ve mutluluklar dileyerekten yazımı sona erdiriyorum.

öz Şefkat, en Çok Kendimizin Hak ettiği Şefkat

Şefkat kelime anlamıyla öğrenilip geliştirilebilen ve içinde farkındalık, duyarlılık, empati, cömertlik, paylaşım gibi öğeler barındıran bir eylemdir. Bireyin bunu kendine yöneltmesi, öz şefkat adını alır.

Mükemmeliyetçi insanların en çok ihtiyaç duydukları eylemdir, öz şefkat.

Budist psikolog, Kristin Neff; kişinin kendisiyle olan pozitif ilişkisi ve kendisine karşı sağlıklı tutumu olarak tanımlar öz şefkati. 

Öz şefkat, öz eleştiriyi karşısına alır. Bireyin başkalarına gösterdiği müsamahayı kendine göstermesi gerektiğini savunur.

Ana babanın evladına gösterdiği özeni, sevdicekten beklenen kibarlığı, en yakın arkadaşa gösterilen tahammülü; en çok ihtiyaç duyduğumuz kendimize göstermemiz gerekir ama biz ne yapıyoruz? Herhangi bir başarısızlıkta ya da yanlışta kendimizi düşmandan beklenmeyen acımasızlıkla suçluyoruz. 

Evladımız, arkadaşımız, sevdiceğimiz yaptığında; bu herkesin başına gelebilir, boşver diyebiliyorken bunu kendimize söyleyemiyoruz.

İnsan neden kendisine karşı bu kadar acımasız, neden mükemmelliyetçi olmak zorunda. Yaratıcı; benden af dileyin derken, bize sen hata yapabilirsin, farkındasın değil mi diyor?

Yaratıcıdan daha da büyük olmadığımıza göre, kendimizi bu kadar hırpalamamız neden?

Öz şefkat becerisi kişiye duygusal dayanıklılık sağlar. Duygusal dayanıklılık, adından da anlaşıldığı üzere iyi bir şey. 

Kişinin yaşamında karşılaştığı durumlara göstermiş olduğu uyuma, duygusal dayanıklılık denir. Bu bizim, su akar yolunu bulur, lafımızın psikoloji terimi adını almış halidir. Hayatta başımıza iyi şeyler de geliyor kötü şeyler de geliyor. İyi şeyler başımızın gözümüzün üstüne deyip kendimize bundan pay çıkarmayıp; kötü şeylerde hemen kendimizi suçlayıp öz eleştirimizi yapabiliyoruz. Kişinin kötü durumlarda başkalarını suçlaması nasıl onu kurban ve çaresiz yapıyorsa kendisini suçlaması da onu beceriksiz işe yaramaz yapıyor. Her türlü suçlama ile bir yere varılmıyor.

Bir yerde okumuştum; bir yangın çıktığını farz edin, yangını mı söndürürsünüz, suçluyu mu ararsınız, elbette en önce yangın söndürülmeli, hayat normale döndürülmeli, sonrasında alınan dersler kısmında neler olmalıydı, neler olmamalıydı, düşünülmeli.

Proje dünyasında, her proje bittiğinde, o projeden alınan dersler not edilir. Hayatın bölümleri birer proje gibi. Başlangıç ve bitiş tarihini bilmiyoruz belki ama işe yarayan bir iş çıkarmak niyetinde olduğumuz bir yer, burası. Her gün kendimizin bir üst versiyonu nasıl olabilir diye düşünüyoruz. Bazen önceki günden daha geriye gidiyoruz bazen çok daha ileriye gidiyoruz. Gidebildiğimiz her gün için kendimize teşekkür etmeliyiz. Nefes aldığımız her an için de.

En önemli projemiz olan bizi, daha sağlıklı hale getirmek için en çok ihtiyaç duyduğumuz öz şefkat de tıpkı şefkat gibi öğrenilebilir bir eylemdir.

İçeriğine bakarak işe başlayalım. Öz şefkat içinde 3 temel öğe barındırır. Bunlar; öz nezaket, ortak insanlık hissiyatı ve bilinçli farkındalık diye adlandırılır. Öz nezaket; kişinin kendisine eleştirel, yargılayıcı davranmasından ziyade anlayışlı ve kibar davranmasını, olumsuz durumlarda gerekli desteği ve şefkati göstermesidir. Ortak insanlık hissiyatı; hiçbir insanın mükemmel olmadığını aksine herkesin hatalar yapabileceğini kabul etmektir. Bilinçli farkındalık ise rahatsızlık veren duygu ve düşüncelerin dengeli bir biçimde farkında olunmasıdır.

Öz şefkat için geliştirilen bir ölçek var. Ölçekte sorular ve sorulara verilen cevapların puanlaması sonucu oluşan skora göre kişinin öz şefkati derecelendiriliyor. Soruların cevapları; kesinlikle katılmıyorum, katılmıyorum, ne katılıyorum ne katılmıyorum, katılıyorum ve kesinlikle katılıyorum şeklindedir. Cevap puanları 1’den başlayıp 5’te bitiyor. 

Sorular ise şu başlıklarda sorular oluyor; öz şefkat, öz eleştiri, ortak insanlık hissiyatı, yalıtılmışlık, farkındalık, aşırı özdeşleştirme. 

Sorulara örnek vermeden, yalıtılmışlık, aşırı özdeşleştirmeyi kısaca açıklamak isterim. İkisi de iyi şeyler değiller. Yalıtılmışlık; kişinin acı çekerken ya da hata yaptığında, kendini başkalarında ayrı yalnız ve izole hissetmesidir. Basitçe anlatırsak, hata yaptığımda bu tür şeyleri yaşayan tek kişi benmişim gibi geliyor hissine girdiysek, yalıtılmışlık durumundayız demektir ve bu bize iyi gelmeyecek bir durumdur.

Aşırı özdeşleştirme; kişinin negatif duygularına ve düşüncelerine çok fazla kapılması onların içinde kaybolması demektir. Basitçe anlatırsak; üzüldüğümde sadece o duygularıma odaklanırım, başka bir şey düşünmem dediğimiz yerdir ve ordan çıkıp şu an böyleyim ama biliyorum bu geçecek demek, bu da geçer ya hu, demek iyi eder.

Öz şefkat testi self compassion scale diye geçen Kristin Neff’in geliştirdiği bir testdir. Soruları aşağıdaki gibi 6 bölüme ayrılmış, her bölümde toplamda 26 soru var. Her bölüm için örnek vermek isterim. Bi bakın bakalım, sizde durum ne?

* Öz şefkat bölümü; zor zamanlar geçirdiğimde, kendime karşı nazik olurum.

* Öz eleştiri bölümü (ters); başarısız olduğumda kendimi değersiz hissederim.

* Ortak insanlık bölümü; hatalar yaptığımda, herkesin hatalar yapabileceğini hatırlarım.

* Yalıtılmışlık bölümü (ters); hatalar yaptığımda yalnız olduğumu hissederim.

* Farkındalık bölümü; duygularımı dengeli bir şekilde gözlemleyebilirim.

* Aşırı özdeşleşme bölümü (ters); üzücü olaylar yaşadığımda, onlara çok fazla takılıp kalırım.

Soruların cevapları bölümlere göre puanlanıyor kişinin nerde olduğu ortaya çıkıyor. Aslında her bölüm sorularına vereceğimiz cevap, bize nerde olduğumuz konusunda az çok bilgi veriyor. 

Nerde olduğumuzu gördükten sonra sıra, yerimizi değiştirme meramımıza geliyor. Öz şefkatimiz düşükse ne yapabiliriz diye düşünecek olursak; kendimize günlük şefkat anları belirleyebiliriz, farkındalık pratikleri yapabiliriz, içsel diyaloğumuzu gözden geçirebiliriz, sosyalleşebiliriz, başarılarımızı kutlayabiliriz.

Basitçe kendimizi evladımız gibi, arkadaşımız gibi, sevdiceğimiz gibi görüp, onunla aynı seviyeye inip ona selam verebiliriz. Sonrası gelir hatta sonrası size çok iyi gelir, deneyin bir şey kaybetmezsiniz.

Travmalara eklenen Travmalar

Travma; Fransızca kökenli bir hekimlik terimi. Fiziksel anlamda; dıştan mekanik bir etki sonucu oluşan, bir organın ya da bir dokunun biçimini bozan yerel yara demek. Ruhsal olarak; canlı üzerinde beden ve ruh açısından önemli ve etkili yaralanma etkileri bırakan yaşantı demek.

Anne karnına düştüğümüz andan itibaren fiziksel ve ruhsal travmalara maruz kalıyoruz. Dünya canlı bir yer ve her nefes alışta bize içinde yaşadığımızı hissettriyor.

Son beş on yıla kadar sağlıkçılar dışında kimse travma kelimesini kullanmazdı. Son yıllarda yaşadığımız çoğu duruma geçmişte oluşan travmalara bağlama eğilimdeyiz.

Bir ay kadar önce Sakarya’da bulunan Acarlar Longoz’una gittim. Bir çok değişik kuş ve bitki ile karşılaştım. Sessiz sakin bir yerdi, cennnet gibiydi. Fotoğraf çekmeye doyamadım.

Gördüğüm manzaranın sarhoşu olmuş bir şekilde tuvalete gittim. Tuvalet çıkışı, ayağım kaydı, elimin içinde, 2 cm çapında bir açıklık oluşacak şekilde derim açıldı. Çektiğim acıya mı yanayım, düşmemin üzerine gördüğüm ” Dikkat Kaygan Zemin” uyarısına görmediğime mi yanayım, yalnız olmanın verdiği garipliğemi yanayım diye düşünüp kendi göbeğini kendi kesmek zorunda kalan bebek misali tuvalete dönüp elimi yıkamaya karar verdim. Biri bana seslendi; “Hanımefendi, iyi misiniz?” dedi. Eski ben, gayet iyiyim, başımın çaresine bakarım derdi. O an bunu niye kendi başıma halledeyim, dedim ve iyi değilim dedim.

Bu benim için bir ilkti, iyi değilim diyebildim ve yardım teklifini kabul etsin. Adam elimi, streril su ile yıkadı, kağıt peçete ile sildi sonra da elime yara bandı taktı. Yetmedi üstüne bir de bana yedek yara bandı verdi. “Çay ikram edeyim size.” dedi. Teşekkür ettim ve gitmeliyim dedim.

Elimdeki yara kapandı ama izi duruyor ve bence geçecek gibi de değil. Derin bir yaraydı çünkü.

Benim yeni bir travmam oldu ama baktıkça kendimi seviyorum. Elimde onun gibi bir çok yara izi var. Ben sakar biriyim. Çoğu yara izim, acele ettiğim anlarda, kendimi hoyrat kullanmamdan kaynaklanıyor.

Bedenimi hor kullanan biriyim, daha doğrusu esirgemeyen biriyim. Aynı şeyi ruhuma da yapıyorum.

Haliyle onda da çok travmalar var. Bazıları bana bir şey öğretti, bazıları sadece acıttı. Her biri yaşanması gereken şeylerdi ki yaşandı diyebiliyorum, hala ders almayı beceremedim.

ders almak aslında bir donanım, hayatın bize öğrettiği bir kolaylık, aynı zamanda kişinin kendini koruması. Her koruma, içinde steril bir hayat barındırır ve bizi yeni keşiflerden alıkoyar. Aslında hiç bir doğru ,bize mükemmeli vaad etmiyor sadece koruyor. Travma almadan yaşamanın mümkün olmadığı gibi. Belki travmalarımız konusunda gönüllü ya da seçici ya da bazen kabullenici olabilmeyi becermeyi yönetebiliriz.

Yönetebildiğimiz travmalarımıza diyorum, hayat travmasız imkansız gibi.

Aile İletişimi, bilişsel Esneklik ve Mutluluk 

Aile Danışmanı görev alanı; aile bireylerinin iletişim alanıdır. Yani bir ailede ebeveynler arasındaki iletişim, ebeveynler ve varsa diğer aile bireyleri arasında iletişim, diğer aile bireylerinin kendi aralarındaki iletişimi ve her bir aile bireyinin iletişiminin, etkili iletişime dönüştürülmesidir.

İletişim insanların yeme içme kadar temel bir ihtiyacıdır. Günümüze gelen insanlar incelendiğinde, en güçlülerin değil iletişimi en başarılı olanların, diğeri ile sosyal bağ kuranların bugüne geldiği görülmüştür.

Birine bakmak da bir iletişimdir birine gülümsemek de. Aynı zamanda birine ters bakmakta hatta birine bağırmakta. Burda bireyin, çevresindeki insanlarla ne için nasıl iletişim kurduğu, önemlidir. İletişimiz sayesinde, kendimizin dışındaki dünyaya açılırız. İhtiyaçlarımızı gideririz ve başkalarının ihtiyaçlarına destek sağlarız.

2025 yılında, Current Psychology (2025, Cilt 44, Sayfa 1467–1477) tarafından “Aile iletişiminin bireylerin mutluluk düzeyleri üzerindeki etkisi nasıldır ve bilişsel esneklik bu ilişkide aracı rol oynar mı?” Araştırması yapıldı. Araştırma, 277 yetişkin üzerinde yapıldı. Araştırmada aile İletişim Ölçeği (FCS), Bilişsel esneklik envanteri (CFI), Öznel Mutluluk Ölçeği (SHS) kullanıldı.

Araştırma sonucunda, aile iletişimin doğrudan bilişsel esnekliği artırdığı, bilişsel esnekliğin mutluluğu artırdığı görüldü. Bilişsel esnekliğin, aile iletişimi ile mutluluk arasında aracı bir halinde olduğu görüldü.

Araştırmadan çıkan sonucu pratiğe dökersek, sağlıklı aile iletişiminin, bilişsel esnekliği güçlendirerek bireylerin mutluluk düzeyini artırdığını söyleyebiliriz. O yüzden iki kişinin aile olma yolunda ilerlediği zamanlarda, aile olduğu bir arada yaşadığı zamanlarda, bazen de istenmese bile  ailenin parçalandığı zamanlarda, bilişsel esenekliği kazanmak adına, aile içi iletişim odaklı müdahale ve eğitim programlarına erişilmelidir. 

Psikiyatristler, psikologlar ve aile danışmanları; aile içi iletişim odaklı müdahalelerde danışılabilecek uzmanlardır. Her birinin görev ve sorumluluk alanları, birbirini destekleyecek şekildedir. 

Bireyin iletişim ile ilgili farkındalığı ya da ona yönetilen iletişim ile ilgili farkındalığı ona kaliteli hem kendini hem çevresini mutlu edecek bilişsel esnekliğe yöneltecektir. 

Bilşsel esneklik; karşılaşılan yeni durumlar karşısında pek çok alternatifin olabileceğini fark etmek, yeni koşullara uyum sağlamayı istemek ve alternatif yollarıda göz önünde bulundurarak uyum sağlayabilme yeteneğine sahip olmaktır.

Yaşam bir süreçler silsilesidir ve her süreç bireyden yenilenme bekler. Bireyin yenilenmesi onun yeni durumlara uyumlanmasıdır.

“Kral Kaybederse” dizisindeki Fadime, bence uyum kapasitesi ile bilişsel esnekliğe güzel bir örnek teşkil edebilir. İçinde yer aldığı ailesi zor bir aile, okuduğu okul ile kendine bir gelecek kurmak istiyor, bir yandan da ihtiyaçlarını karşılamak için kendisi ile hiç alakası olmayan sosyal bir ortamda çalışmak zorunda kalıyor. Dizinin hepsini izlemedim ben dizide kraldan çok Fadime ile ilgileniyorum.  

Fadime’deki bilişsel esneklikten aile danışmanlığına atıf yapmak istiyorum. Yaşantımızda, başımıza gelen güzellikler kadar sorunlarda oluyor ve her biri bizi şekillendiriyor. Güzellikleri keyfince yaşayıp sorunları çözebildiğimiz kadar yaşıyoruz. Sorunlarımız bizim hayat challenge’larımız. Onları çözebiliriz yeter ki farkında olalım.